• 36
    14 yıl...

    o dönemin sonlarına doğru dönseniz, üzerine sarı-kırmızı'yı çekivermiş birini bulup sorsanız ' şampiyon olmak ne demek?' minvalinde.. derdi ki ' şampiyonluk mu? şampiy... kusura bakmayın ama hatırlayamayacak kadar uzun zaman oldu.'
    evet, kaçmayın oradan. bulmuşken böyle birisini usunmadan sorun.
    -inanç nedir?
    +galatasaray.
    peki ey yüce insan, sen söyle! inanç varken umutlar tükenir mi?
    http://www.youtube.com/watch?v=GhvDv-B9PMs


    ne kadar ısrar ederseniz edin, zorlayın. o, galatasaray! diyecektir. çok bekledi… dalga geçercesine, sinirleri alnmışcasına umursamadan. tek bildiği yoldan, sevdasından sapmadan! inanç ve sevginin kutsal karışımından mıdır nedir bilinmez ama yıllar sonra, o gün geldiğinde…
    7 haziran, 1986/87
    http://www.youtube.com/...;amp;feature=related
    takribi 50.000 küsür kişi, şampiyonluk maçı, hep bir ağızdan; ‘ seni sevmeyen ölsün!’
    cevat… muhammet…

    maç başladı. daha 20 dakika geride kalmadan frikikten attı biriciğimiz, cevatımız. akabinde dakikalar elli küsüre geldiğinde muhammet… attı be! ne attı be!.. skor olmuş mu 2-0 ? sami yen coşmuş mu durmamacasına?
    an geldi eskişehirspor golü buldu. tamamıyla buz kesmişti her ne kadar tavrından taviz vermemeye çalışsa da mabed. az değil. kalmış 15-20 dakika… simovic’in elleri belki de hiç bu kadar titrememişti. sorsanız cevat’a, belki de hayatının en anlamlı golüydü. uğur, hiç böylesine yorulmamıştı. sahaya çıkan bütün aslanlar inancıyla oynadı. bu nasıl bir inanç? şu bahsettiğimiz, dönemin taraftarında bulunan, sevgi ile bağlılığın kutsal karışımında ortaya çıkan inançtan.

    ali sami yen, şu an 30.000 bile değil. o zaman ise günümüzde bile olmayan 30.000’in 2 katı kadar ağlayan galatasaraylı vardı orada. göz yaşlarının ilk defa sel olduğunu görmüştü kimisi.

    sen, günümüzün modern galatasaraylısı! uefa kupası’nı, süper kupa’yı gördün. üst üste şampiyonluklar yaşadın. sen hiç 14 sene bekledin mi ha nankör? kitle iletişim araçlarının sunmuş olduğu rahatlıkla evinden, cebinden, iş yerinden takım desteklerken düşündün mü yağmuru, çamuru, 365x14’ ü ?
    senin bir kuşak üstün efendidir. bu tavrına ağzını dahi açmaz. lakin seni ciddiye de almaz. saygı, hoşgörü, ruh, ayrıcalık ve en mühimi o inanç kalmamış yahu sizlerde. isim mi vardı? marka mı, tek tip pankart, taraftar, tezahürat mı vardı? rakip oyuncuya tutulan lazer, atılan su şişesi mi vardı? maçlardan sonra teker teker analiz mi vardı ? kanal bolluğu mu vardı be nankör? ah ulan nankör, kıymet bilmiyorsunuz. metrobüs ile, şahsi arabanızla, son model toplu taşıma araçları ile maçlara geliyorsunuz. yine de nankörlük yapıp ardınıza bakmak istemiyorsunuz. metin’i düşünmek varken küme düşmeyi bile göze alıyorsunuz. hani o hırs? 14 senenin götürdüklerini topladığın zaman ne çıkıyor biliyor musun? kocaman bir hırs yumağı. galatasaraylı babana, amcana sor sen bunu. o hırs akıllarına geldiğinde yaşlarına bakmaksızın çıkarlar sahaya. top diye oynarlar seninle. galatasaraylının hırsı da, inancı da, özgüveni de bunu gerektirir. şereftir o’nu sevmek. yükselecek arş’a kadar…

    eski toprak hakikaten mütevazı. paraydı, puldu, yıldızdı… umursamaz. futbolcunun yıldızı o taraftar sayesinde oluşurdu. senin ata taraftarın böyleydi işte. peki ya şimdi niye burnu dik gezmek?
    şimdi okudumuş olduğunuz galatasaray futbol takımı’nın tarihini sadece biz türkler olarak düşünmeyin. geçmişimizde gönül veren ecnebiler de mimardır. gönlüyle oynayan ecnebiler de… ben onlardan birini bile hatırlamayı unutursam utanıyorum. peki ya sen nankör galatasaraylı? bu umutsuzluk, umutsuzluğunun sebebi nedir yüce galatasaraylı?

    azıcık şerefin, birazcık galatasaraylı yüreğin varsa her koşulda takımına güvenmeyi bil. hiç kimsen yokmuş, bu renkleri koruyacak başka biri daha yokmuşcasına savun takımını. göğsünü ger onun için. fakat bunu yaparken yine de bil ki milyonlarca omuz omuza verdiğin yoldaşın var. birbirinizi tanımadığınız halde farklı zamanlarda, ayrı mekanlarda ağladığınız, sevindiğiniz, koca bir yolun sonunu senelerce de olsa beklediğiniz ortak yanınız var. siz, galatasaraylısınız!

    dedesinden, amcasından, babasından kalan sarı-kırmızı tohumu bir şekilde yeşillendirmeye çalışan, solduğu ve kuruduğu zamanlarda dahi geçmişini düşünüp gözyaşlarıyla ıslatarak canlandıran kardeşinizden sevgilerle... kalifiye jurnal/ağustos 17

    günün içimizi acıtan son notunu ise bundan tam 11 yıl önce birçok can'ın hayatını karartan, yeni hayatları sıfırdan başlatan, adını anmak bile istemediğim o vahim olayı hatırlatarak vermek istiyorum; mekanınız cennet olsun inşallah.
  • 38
    küçük bir yavrumuz var, bir arkadaşımızın oğlu. alp, şimdi 4 yaşında. arkadaşımızı maçlardan önce sokağa gelenler tanır, sarı-kırmızı parçalı pantolonuyla meşhurdur.
    alp yavrumuz da babası gibi koyu bir galatasaraylı. 2 eğlenceli hikayesi var. olaylar 2,5 yaşındayken yaşanmış.

    bir gün metrobüste üzerlerinde galatasaray formalarıyla oturuyorlar, bir fenerli baba oğul geliyor yanlarına onlarda da formalar var.
    bizim alp sevimli tabii.
    fenerli baba başlıyor bizimkiyle konuşmaya: "gel seni fenerli yapalım" , "galatasaray zaten kötü oynuyor", "fener şampiyon olacak" falan diye konuşuyor da konuşuyor.
    bizim alp duruyor, duruyor.
    sonra patlatıyor bombayı : ibne fener !

    yine bir gün formayla taksiye biniyorlar. bizimki neşeli bir çocuk. taksicinin çok hoşuna gidiyor alp. "sen ne kadar neşeli bir çocuksun, benim de oğlum var hiç senin gibi değil, hep üzgün gibi duruyor, çok sinirli oluyor" diyor.
    alp :niye, fenerli mi?

    *
  • 43
    hep tartışma çıkıyor ya sözlükte, kim daha galatasaraylı diye. hah, buna gerek yok işte. bunu ölçecek alet yok, vicdandan başka. vicdan diye boşuna demedim. bir resim var aşagıda.

    resmi çizen çocuk galatasaraylı işte. daha 4. sınıf ögrencisi, 9 ya da 10 yaşında olmalı. ingilizce ögretmeni* bir ödev vermiş, vücudun bölümlerini ingilizce yazın diye. cüneyt'in aklına galatasaraylı bir futbolcu çizmek gelmiş.
    cüneyt bilmez ki; ultraslan, rant, pegasus, yerine oturmak isteyen kale arkası taraftar, rijkaard taraftarı, rijkaard düşmanı, hakan şükür, cemaat, küçük hakan, niteliksiz entry, sözlükteki fenerbahçeli yazarlar, basketbol maçına gelmeyenin suratına tüküreyim falan filan. ona ne sorsanız galatasaraya baglıyordur mutlaka. ama saf sevgisinden. haklı çıkmak için kendini yırtıyordur mutlaka ama sadece rakip taraftar arkadaşlarına karşı.

    kendim dahil sizi bilmem ama bu çocuk galatasaraylı.

    http://captanoblogpics.files.wordpress.com/...12/galatasarayli.jpg
  • 21
    bu satırların yazarının gittiği ilk maç fenerbahçe'nin, didi zamanında santos'la oynadığı hazırlık maçıydı. bu gözler canlı canlı pele'yi seyretti. ve o gece o maçı seyretme bahtiyarlığına erişmiş mahalledeki tek galatasaray'lıydı o çocuk. üstelik kendi abisi fenerbahçe amigoluğu yapıyordu aynı tarihlerde.
    evet biz azız, her ne kadar anketler galatasaray taraftarının fenerbahçe taraftarından sayıca fazla olduğunu söylese bile ben kabul etmiyorum. biz azız. o gün mahalledeki çocuklardan, fener'li olanlar nasıl bir çoğunluksa biz azız. mahalle arasında maç yapılırken bile, fener'liler bir takım oluştururlarken, galatasaray'lılar, beşiktaş'lılarla yetmedi, fasulyeden fener'lilerle koalisyon kurarak takım çıkarabilirlerdi. sanırım şimdi bile aynıdır. 2000 li yılların o büyük rüzgarlarıyla galatasaray'lı yığınlar daha fazla gibi görünse de konjoktürel kalmıştır.
    biz azız, özelde ben hep azdan yana oldum. yığınlar sağcıyken biz solcu olduk bu ülkede. bütün mahalle fener'liyken biz galatasaray'lı olarak sıyrıldık aradan. çoğunluk ne yaparsa tersini yaptık, gelinen noktada iyi ki böyle yapmışız diyecek halimiz yok. amma ve lakin tercihimizi yapmışız en önemli konularda. sosyalistiz, galatasaray'lıyız.
    fenerbahçe'liyi tahlil ettim kendimce. benim yazdıklarım mutlak doğru diye bir şey yok, benim düşüncelerim sadece. ve sadece düşüncelerimi yazıyorum, gazeteci değilim yazdıklarım bana bir şey kazandırmıyor. ''büyüksün'' diye yazanların söylediklerini işitir gibi oluyorum. küfür edenleri muhatap almıyorum, eleştiri yapanlara ise cevap vermeye çalışıyorum.
    40 yıldır hemen hemen bütün fenerbahçe maçlarını canlı seyrettim. o maçları seyretmeyenler, o maçlarda tribünlerde olmayanlar, hatta kadıköyde, tel kafesin içinde galatasaray taraftarlığı yapmamışlar, beni kolay kolay anlayamazlar. 50.000 kişiden galatasaray'lı analarının yediği küfürü işitmemişlere ben ne diyebilirim ki. tatlı su galatasaray'lıları işi siyasete dökmüş, faşistlikten, ırkçılıktan, siyasi terminolojiden sataşmalar yapmış. evet dostum taraftarlıkla siyaseti benzetmişseniz ben açıklayayım kısa yoldan. ben galatasaray faşistiyim. galatasaray için kavimden kardeşten, arkadaştan vazgeçtim. eğer benim oğlum fenerbahçe'li olsaydı kesin ondan da vazgeçerdim.
    biz nasıl galatasaray'lıysak bizim derecemizdeki fenerbahçeli'lerle dalaşıyoruz sadece. benim de fenerbahçe'li arkadaşım var, ama galatasaray'a küfür etmedi hiç benim yanımda. rencide edici bir şey yapmazlar. ve biz de hiç bir zaman bir fenerbahçe'liye münferit küfür etmemişizdir. trübünlerde edilen küfürleri saymazsak, hiç bir fenerbahçe'liyi rencide etmedim. fenerbahçe sitelerine girip okumam bile. fenerbahçe yazarlarını bir teki hariç okumam. ve kendimin nasıl galatasaray'lı olduğunu net bir cümleyle açıklayayım. okuyanlar kendilerinden pay biçsinler, böyle bir durumla karşılaştılar mı?, karşılaştılarsa ne yaptılar. ben ne mutlu ki şu ana kadar , benim yanımda, galatasaray'ın yediği gole sevinen birini görmedim. olamaz, galatasaray'ın maçını hiç bir zaman toplu ortamda seyredemem.
    fenerbahçe'linin övündüğü şeylere bakın. stadyumları güzelmiş, dükkanları daha çok satış yapıyormuş, kombineleri daha pahalıymış. sadece bu yönüyle bile bir fenerbahçe'li görüntü kirliliği yapmaktadır. bakın beşiktaş iki kupa alıp şampiyon oldu, etrafta gürültü kirliliği oldu mu? ya fener olduğu zaman.
    galatasaray'lı azdır, az olması avantajıdır. bu ülkenin egemen politikası gereği iyi olanların az olmaları gerekmektedir. nasıl ki sağcılık, solculuk insanların yaşam biçimlerini farklı kılıyorsa, yoğun taraftarlık da öyledir. iddia ederim 100 tane iyi galatasaray'lıyla, 100 tane iyi fenerbahçe'li bir araya gelse çok yoğun bir insanlık farkı galatasaray'lı lehine oluşacaktır.
    bize iyi diyenlerin sayısı, kötü diyenlerden daha fazladır. farklıyız, azız, her şeyde her olayda tarafız. ilk salladığımız sarılı, kırmızılı flamalar, demiryolcu babamızın trenlere sallladığı işaret flamalarıydı. bugün bu yaşta hala alıp bayrağımızı maça gidiyoruz. sıfatım çok basit, galatasaray taraftarıyım.
    bu ekranlara gün be gün yazı yazdıran, kimi zaman coşturan, kimi zaman kızdıran, dövüşmeyi göze aldıran şey galatasaray'lılığımızdır. galatasaray'lılıktandır bunca savaş. bu sayfalar benim kişisel kavgalarımın savaş alanı değildir. birileri kırılacaksa da kırılacaktır. kimseyle özel bir husumetim yoktur. taraftarlıksa konu tek bir gerçek vardır, galatasaray'lılıktır. gerisi yalandır.
  • 49
    bir cemal süreya yazısı. galiba 2000'lere gelmeden önceki genel galatasaraylı karakterini anlatıyor. okuyunuz, okutunuz:

    milli ligin kuruluşundan sonra, doğal olarak, üç büyük kulübe anadolu’dan yeni transfer akışı azalmaya başladı. hatta, işin bir yerde sonunun geldiğini varsayanlar da var. en iyisi bunun kolay bir önyargı olduğunu söyleyerek konuya girmek.

    galatasaray taraftarı ayrık kişidir: çoğu zaman toplum içinde “ayrılmış”, ya da kendini “seçilmiş” sanan bir kişi. köşeye itilmiş değil, ayrı düşmüş.

    roman kişisi.

    posterini fenerbahçeli gibi başucuna koymaz; beşiktaşlı gibi arabasının camına yapıştırmaz. hem posteri değil, albümü var onun: yastığının altında saklar. albümünü kıskanır. bu yönleriyle ilginçtir ve öbürlerinden hemen ayrılır.

    bütün fenerbahçelilerin ve bütün beşiktaşlıların ortalaması alınabilirse, ortalama yurttaşın profili çıkar karşımıza.

    ortalama galatasaraylı üzerine düşünüyoruz ya, gerçekte. galatasaraylı tip, türkiye yüzeyinde hiçbir ortalamaya girmez. bir marjinal, bir vatikan, bir halet efendi, bir yara, bir düş kırıklığı, bir üstünlük, bir başarılar zinciri, bir doğal yapaylık, bir insan sesi… maç günleri dışında enikonu soğukkanlıdır. kibardır; hiç küfretmez, şemsiyesi her an hazır.

    gizli çılgın. drama içindedir.

    bilir: fenerbahçe’nin baba’ları, beşiktaş’ın dayı’ları, trabzonspor’un sahipleri vardır; kendi kulübünün ise, yöneticileri… galatasaraylı kendini kulübüne ilişkin görmez, sanki kulüp ona ilişkindir.

    fenerbahçeli doğulur.
    galatasaraylı olunur.

    kulüpte neler oluyor, yönetim kurulu, hatta onur kurulu üyeleri kimlerdir, bunları bilir. menacerle antrenör, onunla da teknik direktör arasındaki ayrımları iyi değerlendirir. rakip takımı nesnel biçimde irdeler. fenerbahçeli’nin tavla, beşiktaşlı’nın dama (trabzonlu’nun “sağlam” dokuz taş) oyunculuğu karşısında, satranççıdır o; fenerli gibi yalnız kendi pullarına, beşiktaşlı gibi yalnız boş karelere bakarak oynamaz; karşı hamleleri de izler. stadyumda oyuncular değil, masa başlarında taraftarla karşılaşsalar, şampiyonluk her zaman galatasaray’ın olurdu.

    bizans’ta nika isyanına (532) yol açan olayların içinde galatasaraylılar da (yeşiller) vardı; ama mutlaka. general belizarius’la birlikte o isyanın bastırılmasında da onların katkıları oldu. sonuçta hipodromda 30 bir fenerli ve beşiktaşlı öldürüldü.

    bugün de serbest giriş kartlarından en çok yararlananların galatasaray taraftarları olduğunu söyleyemez miyiz?

    anadolu’da genelde galatasaraylı olmak bir tepki sonucudur: galatasaraylı olma süreci bir azınlık ya da ayrıcalık itisinin verimleriyle beslenir. yalnız kişidir galatasaraylı. küçük, hatta görünmez tatlara fena alışmış gibidir. değişik içkiler arar. işyerinde ve çarşıda bir saygınlığı vardır. ne var ki bu durumunu evde her zaman sürdürmesi zordur. çünkü eşi ve çocukları fenerbahçeli’dir. her fırsatta “brezilya milli takımı’nın dünyanın fenerbahçe’si” olduğunu söyleyiverirler.

    ortalama galatasaraylı’nın soyluluk ya da yücelik tasladığını söylemek istemiyorum. olduğu kadarıyla ve kişisel nitelikleriyle öyledir de. ama genelev kadınlarının çoğunun galatasaray taraftarı olduğu da sık sık vurgulanmıştır.

    galatasaraylı’da seçkinlik ve dışlanma duyguları iç içedir. milletvekilleri, tiyatrocular, eşcinseller, bankacılar (özellikle bankacılar), yayımcılar… bütün bir galatasaraylılar kitlesi için de bu duygunun belirleyici öğe olduğunu söyleyebiliriz. galatasaraylı güç ve güçsüzlük gerçeğini, bencillik ve panik duygularını birbirine sarmalamıştır.

    fenerbahçelilik bir dindir, galatasaraylılık bir tarikat. ortalama galatasaraylı nakşibendi’dir; sünni mason; tanrıtanımaz mürit.

    her şeyde kendine göre bir düzey arar. yalnız ödül kazanmış kitapları alır. cüzdanındaki yüz liraları bile törenle çıkarır. çalıkuşu’ndaki kâmuran’ı anımsatır. beşiktaşlı’yı nedense küçümser; fenerli dostlarının yanında hoşgörü sözcükleriyle konuşur. aslında diyalog değil, sayrılı bir monolog içindedir. kulüp yönetimini başkalarına karşı her zaman savunur.

    geçmişiyle fazlaca övünür. ve geçmişi, mutlaka okula bağlar. evliya çelebi’nin anlattığı öyküyü kendi adına zenginleştirmek için çırpınır. gül baba, fatih sultan mehmet’e güller sunmuş; bunlar sarı kırmızı güllermiş… oysa ki evliya’da sarı-kırmızı diye bir şey yok. ama galatasaraylı geçmişe sahip olmak için çok şey yapabilir. hakkıdır da. evet, roman kişisi.

    fenerbahçeli bağıra bağıra çoğalır; beşiktaşlı çığlıklarla tükenir. galatasaraylı’nınsa ağzında, yerine göre alaycı, yerine göre çocuksu bir gülümseme vardır. o gülümseme alt dudağın bir yanını aşağı çeker. galatasaraylı o sırada aynaya bakmaktadır: cici necdet mi, sezar borjiya mı?

    cemal süreya - 99 yüz
App Store'dan indirin Google Play'den alın